24 Eylül 2007 Pazartesi

“Ben, deniz kölelerinin arasında”

Tunus'ta insan tüccarlarının arasında


Repubblica gazetesi muhabiri Francesco Viviano, Tunus'ta insan kaçakçılarının arasına sızdı. Çocukları ile gelen 24 yaşındaki Emily, İtalya'dan sınır dışı edilen ve Tunus'ta aranan 27 yaşındaki Ahmet ve diğerleri arasındaki muhabirin hikayesi Mediaset kanalı Le Iene programı çalışanlarından Luigi ile Ağustos ayının başında İtalya'da başlıyor.
Luigi ve Viviano eski bir yasa dışı Tunus'lu göçmenle buluşuyorlar İtalya'da. Ona projelerinden bahsettikten sonra göçmenlerin İtalya'nın Lampedusa adasına kadar gelmelerini sağlayan yolu öğreniyorlar. Tunus'lu göçmen bazı bağlantılar ve tavsiyeler veriyor muhabirlere, bunlardan ilki ise “gazeteci olduğunuzu söylemeyin”.
Tunus diğer Kuzey Afrika ülkeleri ile(Libya, Fas ve Cezayir başta olmak üzere) İtalya'ya kaçak göçmen gönderen potansiyel çıkış yollarından biri. Bu ülkelerin göçmenleri dahil Senegal'den Kamerun'a, Nijerya'dan Somali'ye kadar bir çok ülkenin yurttaşı buradan umuda doğru yola çıkıyorlar. Kendilerini ölümle karşı karşıya kaldıkları ve hava şartlarının tahmin ettikleri gibi gitmesini umut ettikleri bir yolculuk bekliyor.
24 Ağustos'ta Tunus'un başkenti Tunus'a varan gazeteciler havalimanında kendilerini memur ve iş adamı olarak tanıtıyorlar. Tunus'ta polis uluslararası gazetecilere karşı son derece temkinli. Nitekim Luigi'nin çantasındaki kameraya el koyuyor ancak bel çantasındaki mikri kameraya gözü çarpmıyor. Viviano'nun çantasındaki telsiz, can yeleği ve el lambası hakkında araştırma yaptığını söyleyen polis, gazetecileri bir gece havalimanında tutuyor.
Italya'daki Tunus'lu göçmenden aldıkları tavsiyeler doğrultusunda buldukları kişi ile bir sonraki günün gecesi karşılaşıyorlar. Tunus'un eski ve fakir bir mahallesinde buluştukları bu kişi pis bir pansiyonun gece bekçisi. Said adlı bu bekçi muhabirleri bir sonraki gün aracı bulmaya götürüyor.
25 Ağustos'ta aracı bulmak için Tunus'tan 180 kilometre uzaktaki bir kasabaya gidiyorlar. Ormanlık bir yerde ağaçlarla gizlenmiş bir kulübeye vardıklarında karşılarına aracı olacak kişi çıkıyor. Bunun sayesinde gazeteciler kaçakçılık yapan grup ile buluşmayı umut ediyorlar. Aracı iki İtalyan ile kaçak göçmenleri buluşturmanın güvenli olmayacağını söyleyip projeyi redetmeye çalışsada bir sonraki güne randevu veriyor.
26 Ağustos günü Said ve iki gazeteci tekrar aracı ile buluşup 200 Avroluk bir anlaşma yapıyorlar. Aracı göçmen kaçakçılarının başının sağ koluyla nasıl ve nedere tanışacaklarını açıklıyor Said'e.
27 Ağustos günü ise beklenmedik bir gelişme oluyor. Said ve gazeteciler polislerin şüphelenmemesi için ayrı otellerde kalıyorlar. Tunus'ta polisin her yerde kulağı var. Gazeteciler sabah Said ile buluşmaya gittiklerinde yanına varmadan onun kaldığı otelin önüde polisle konuştuğunu görüyorlar. Said gözü ile gazetecilere yaklaşmamalarını işaret ediyor. Oradan uzklaşırken İtalyan gazeteciler Said'in polis minibüsüne bindirildiğini görüyorlar. O andan itibaren endişeli bekleyiş başlıyor.
Muhabirler ancak 28 Ağustos günü Said'den haber alıyorlar. Kendilerini arayan Said polislerin bir kaç gündür onları izlediğini ve İtalyanlar'la ne yaptığını sorduklarını iletiyor. Said sadece otelede çalıştığı için ve para kazanmak için onları gezdirdiğini açıklasa da polis onu serbest bırakmıyor. Said telefonda polisin halen olan bitenden haberdar olmadığını açıklayıp kaçakçıların sağ kolunu nerede bulabileceklerini söylüyor.
29 Ağustos günü muhabirler “turist” gibi müzeleri gezip, fotoğraf çektirip denize giriyorlar. Arkalarında onları takip eden birinin olmadığını anlayınca ellerindeki adrese gidiyorlar. Buluştukları kişi onlara güvenmese de Said'in tavsiyesi nedeniyle aracı iki muhabirler yola çıkıyor. Kaçak göçmenlerin yolculuklarına şahitlik etmek için muhabirleri kaçakçılara götüren aracı yolda şöyle konuşuyor: “Patron sizin kim olduğunuzu biliyor ama umrunda değil. Önemli olan onun kim olduğunu ailesinin nerede yaşadığını polislere söylemeyin. En önemlisi de anlaştığımız rakamın iki katını ödeyeceksiniz. 2000 Avro. Ya kabul edersiniz ya da hiçbir şey yapılmaz.”
30 Ağustos sabahı La Chebba sahiline varıyorlar. Kaçakçıların başı romanlık bir yerde yaşıyor. Akşam saat sekizde buluşma olmasına rağmen patron gece yarısında geliyor. Buluştuktan sonra konuşmadan bir kaç kilometre yürüyüp ağaçlarla gizlenmiş bir yere varıyorlar. Patronun adı Mansur, 40 yaşlarında ve İtalyanca biliyor çünkü bir ara İtalya'da bulunmuş ve kaçak işçi olarak çalışmış. Patron hemen gazetecilerden parayı istiyor onlar da en azından birkaç şey göstermesini istiyorlar. Ilk olarak biraz sinirlenen patron ardından teklifi kabul ediyor.
31 Ağustos öğleden sonra patron gazetecileri kendi evine götürüyor. Orada hava kararana kadar kaldıktan sonra tekrar bir kaç kilometre sahile doğru yürüyorlar. En sonunda bir kaç güne kadar Lampedusa için yola çıkacak olan 7 kaçak göçmenin kaldığı barakaya geliyorlar. Tedirginlenen göçmenlere Mansur: “Merak etmeyin bunlar gazeteci ama benim için sizin gibi kaçak. Parayı ödediler gerisi benim sorunun değil” diyor ve oradan uzaklaşıyor.
1 Eylül günü tedirginlikle dolu bakışlar tanışmalara dönüyor. Raid 16 yaşında. Herşeyi biliyor. Italya'ya gelince BM çocuk hakları sebebiyle sınır dışı edilemeyeceğini ve bir bakım evine gönderileceğini ordan da tüm diğer yurttaşlarının yaptığı gibi rahatça kaçacağını söylüyor. Yerde oturanların arasında 20 yaşındaki Ahmet de var. yavaşça konuşmaya başlayan göçmen şöyle diyor; “Ben İtalya'ya iki kez geldim. Bir sene Brescia'da çalıştım. En sonunda kaçak olduğum için sınır dışı edildim. Şimdi gene gitmem lazım çünkü askerlik görevimi yapmadım burada ve polis beni arıyor. Ahmet ellerini gösteriyor muhabirlere, parmaklarını asit ile yakmış, parmak izi alındığında kimliği ortaya çıkmasın diye.
AB göçmenler ve sığınmacılar yasasına göre sınır dışı edilen bir AB dışı ülke yurttaşı 5 sene boyunca hiçbir AB ülkesine tekrar giriş yapamıyor ve sığınma talebinde bulunamıyor. Sınır dışı sırasında ve girişte el ve parmak izleri bu işlemi garanti altında tutmak amaçlı. Ancak ellerin ve parmakların tahribatı artan bir önlem olmakta.
Gazetecilerle konuşan bir diğer Tunus'lu ise Joseph. O da İtalya'ya gelmiş zamanında ve sınır dışı edlimiş şimdi gene dönmesi lazım çünkü iş bulamıyor ve ailesine yemek alamıyor. Çaresiz hikayeler devame derken bir anda kapı çalıyor ve Mansur bir kadın iki çocuk getiriyor. Kadının adı Emily iki küçük çocuğu ise Billeh ve Sheila.
Uyumak için yere veya bir iki yorgan parçasının üzerine uzanmak lazım. Emily oradaki pis ve eski divana yatıyor çocukları ise yerde yorgan ğarçalarına. Yer tamamen tozlu beton, içerde sadece bir tane pis ve tıkalı yer tuvaleti var. Bahçede ise bir musluk. Sıra ile orada yıkanıyor herkes.
2 Eylül günü Emily ile konuşan muhabirler iki çocuk ile İtalya'da nasıl yaşayacağını sorunca Emily: “Bir şekilde yaşayacağım, yaşamak zorundayım diyor”. Akşama doğru çıkan soğuk penceresiz bu kulübede kendini göstermeye başlıyor.
3 Eylül günü göçmenlerde sinirler gerilmeye başlıyor. Su ve yemek bitmiş durumda. Akşama doğru Mansur geliyor ve denizin yarına sakinleşeceğini ve böylelikle yola çıkabileceklerini söylüyor.
4 Eylül olduğunda patronun sağ kolu iki Tunus birası ve iki kızarmış tavuk getiriyor. Bazıları diğerlerini düşünmeden büyük parçalar yese de bazıları Emily ve çocuklara bırakıyor kendi paylarını. Ancak yemek herkese yetmiyor. Az sonra Mansur geliyor ve açıklamalarda bulunuyor; “Dışarda sahile iki tekne bağlıyoruz. Sizi arayınca bu patikayı takip edin ve hemen teknelere binin. Gürültü yapmdan”. Francesco çantasındaki feneri ve can yeleklerini çıkartıyor. Birini Emily'ye sıkıca giydiriyor. O anda Riad sinirleniyor ve can yeleğini onun giymesi gerektiğini söylüyor. Riad bira içmiş ve oldukça asabi tavırlı. Neredeyse herkesin cabinde bıçak var bu sebeple gazeteciler makul bir şkilde açıklama yapıp Emily'nin çocukları olduğunu söylüyorlar. Raid ikna olup bir köşeye çöküyor ve ağlamaya başlıyor: “Bıktım artık. Gitmek istiyorum. Ben yüzme de bilmiyorum. O kayık batsa da gitmek istiyorum”.
Sahile vardıklarında Mansur ağaçların arkasında gizlenmiş durumda. Aniden polis geliyor ve herkese ellerini kaldırmasını söylüyor. Kayıkları bağlayan kişiler yakalanırken Mansur “kaçın” diye bağırıyor. Herkes hızla kulübeye geri dönüyorlar. Nereye gideceklerini bilmediklerinden dolayı. Gece yarısına kadar kimse yerinden kalkmıyor ve sigara dahi içmeden gürültüsüz ve ışıksız içerde kalıyorlar. Joseph gece Mansur'a yaklaşıp: “Ben para verdim. Ne pahasına olursa olsun İtalya'ya götüreceksin beni yoksa burdan çıkar evine gider aileni öldürürüm senin” diyor ardından Mansur herkesin İtalya'ya varacağını tekrar garanti ediyor.
Gazetecilerin hazirladigi bu calisma Mediaset kanali Le Iene programinda bolumler halinde yayinlanmaya basladi.