29 Haziran 2010 Salı

1948 Uluslararası İnsan Hakları Beyannamesi siyasi iltica hakkını bir temel insan hakkı olarak tanımlarken İtalya bu hakkı son bir senedir tanımamakta

İtalya sınırları içinde bulunup korunma talebinde bulunanların sayısı her geçen sene artıyor. 2009 Birleşmiş Milletler verilerine göre İtalya'da yılda ortalama 14bin göçmen siyasi ve insani koruma başvurusunda bulunuyor. Yarım ada niteliği, bir çok 'güvenlik-kontrol' ve bürokratik yapı sorununa rağmen İtalya halen siyasi ve insani iltica hakkı üzerine bir yasaya sahip değil. Avrupa Birliği kurucu ülkeleri arasında bu özelliği ile tek ülke olmaya devam ediyor.

Öncelikle Turco-Napletano ardından da Bossi-Fini ile siyasi iltica hakkının anayasada yer aldığı ve sığınma talebinin evrensel bir değer olduğunu ve İtalya'nın bu hakkı tanıdığına yer veriliyor. Adlarını sıraladığım bu iki göçmenlik yasası da gerek bürokratik gerekse de organizatif açıdan işlemlerin nasıl gereçekleştiğini ve sığınmacıların haklarını detaylı şekilde açıklamıyor. Her hükümetin ulusal bazda ve yerel yönetimlerin de kendi bölgelerinde çıkarttıkları yasa tasarısından 'yasaya ek' uygulamalara dönüşen sunumlarla İtalya siyasi ve insani iltica hakkını düzenlemeye sokmaya çalışıyor.

Uluslararası bazda arasında Dublin antlaşmasının da olduğu bir çok antlaşmaya imza atan ve onları örnek ve dayanak gösteren yerel komisyonlar da henüz bir kaç senedir çalışmakta. Siyasi veya insani koruma talebinde bulunan göçmen, bulunduğu yerin alakalı olduğu yerel komisyona gönderiliyor. Bu komisyonlar 2006 yılına kadar sadece Roma ve Milano'da bulunuyordu. Bu sebeple komisyonlardan cevap 2 ila 3 sene içinde alınıyor ve bu arada çalışma iznine sahip olmayan göçmen her türlü sömürünün eline teslim ediliyordu.

Göçmenlerin çalışma hakkının olmadığı, komisyon cevabının beklendiği veya red durumunda itiraz sürecinde beklediği sırada geçinmesi için gerekli olan yardım 2004 yılından beri verilmemekte. Ulusal bazda nerede olduğu garanti edilmeyen konaklama sorununun çözüldüğü projelerde yer almak isteyen göçmenler ise belirsiz bir istikamette misafir ediliyorlar. Başvuruda bulunduğu kentten ayrılmak istemeyen(haklı olarak bir çok kez) göçmenler ise yerelde gerek dini gerekse yerel yönetim yapısında olan misafirhanelerde zor şartlarda ve kısa dömenli çözümlerle karşılaşıyor. Bilhassa kuzey illerinde bulunan ilticacılar çoğunlukla terk edilmiş binalarda veya sokakta yaşıyor. Torino kentinde 2009 yılında katlanılabilirlik sınırının aşıldığı noktalardan birinde 'Gabrio' adlı sosyal merkezin de desteği ile terk edilmiş eski bir kliniği işgal eden 150 Somali'li ilticacı 1 sene boyunca yerel yönetimin gözü önünde ve beceriksizliği ile bu belirsiz ve koşulları zor bir hayatı yaşadı.

Yerel ve ulusal bazda bilhassa gönüllü derneklerinin ve dini mekanların sığınmacılar için konaklama, dil sorunu, yemek ve iş bulma çözümleri üretmesinin bir çok sebebi var. İtalyan hükümetleri genellikle göçmenlik konusunu bir 'tehdit' ve kontol altına alınması gereken bir 'sorun' olarak alıgılıyor. Bu sebeple ulusal bütçeden ve AB fonlarından gelen katkıların bir çoğu sınır dışı edilmeyi bekleyen yasa dışı göçmenlerin tutulduğu CIE'lerin(Kimlik belirleme ve sınır dışı etme merkezi – KSM) finansmanına yönlendiriliyor. Dil kursları, iş kursları ve oturma izni prosedüründe çalışan personel olsun bir çok gerekli nokta her geçen gün artan göçmen adedine polis önlemleri almak için ayrılan bütçeden yararlanamıyor. Dolayısıyla ilticacılar için yasal zeminin de olmadığı bir durumda tek masraf sınır dışı etme ücretini karşılamaya aktarılıyor. Bütçenin bu konuya ayrılmış geri kalan bölümü ise ilginç hikayeler sayesinde nerelere gittiğini kendi kendine ele veriyor.

Renato Curcio'nun 'Respinti sulla strada'(Sokağa Atılanlar) adlı kitabında yaptığı ropörtajlarla da anlattığı gibi İtalya'da bir çok siyasi ilticacı, bilhassa 18 yaşından küçük olanlar, kısa süreyle barındıkları ev ve yatakhanelerden ellerine bir tren bileti ve ceplerine de 100 Avro verilerek belirli bir günden sonra yönetimce gönderiliyor. Kayıt defterinde 'kaçtı' şeklinde yer verilen sığınmacı için yönetim geride kalan masrafları kapamak ve yerine gelecek olan için başlangıç masrafları adına yerel ve ulusal projelerden ödenek alma hakkına sahip oluyor. Kısacası sığınmacı sokağa terk edilirken konu hakkında kontrolün olmadığı böyle bir yapıda barınma noktasındaki yönetimin davranışı da mafyasal bir yapıda gelişirken gerekli finansman gereksiz harcanmış oluyor. Böylelikle dil ve meslek kurslarına veya diğer sosyal hayata katılım projelerine aracı kurumlar sayesinde finansman ayıran devlet konuyla direk olarak ilgilenmezken aracı kurumların bu yapısı da bir ikinci kez daha sığınmacıların çözümsüz ve çaresiz kalmasını sağlıyor.

Yerel komisyonların sayısı 2009 yılında 16'ya vardı. Bu sayede yaklaşık 4 hafta içinde iltica cevabı veriliyor. Siyasi iltica yasasının olmayışı bu cevap sürecinde de kendini belli ediyor. Amnesty International İtalya'nın geçen sene yayınladığı rapora göre İtalya'da yılda ortalama başvurulardan sadece yüzde 4'ü siyasi ilticacı olarak tanınıyor geri kalan(%96) olumlu cevapların hepsi insani koruma sebepli 3 senelik bir oturma iznine sahip oluyor. Bu üç senenin ilk senesi çalışma hakkına sahip olmayan göçmen 3 sene zarfı içinde bir sabit iş bulur ve barınmaya uygun bir ev kiralar veya satın alırsa izni çalışma iznine çeviriliyor. Kısacası yerel komisyonların işlevi sebebi geçerli olan başvuruculara oturma izni vermek ki bu siyasi ilticacı statüsü ile yakından alakası olamayan bir durum. Ulusal bazda bir yasanın var olmayışı uç örnekler hariç bir çok siyasi ilticacıyı zor durumda bırakıyor. Gerçekten siyasi sebeplerle ülkesinden kaçan ve geri dönemeyen göçmen 3 senelik insani koruma izni ardından iş bulamamış durumda, çalışma izni edinememiş halde veya o anda işsiz ise sınır dışı edilme ile karşı karşıya kalıyor ve dolayısıyla ülkesinde veya geri dönüş yolunda hayati tehlikeyle yüz yüze kalıyor.

Göçmenlik hakkını ve gerçeğini bir sorun olarak algılayan ve bu 'tehdite' Libya ile ikili antlaşmalar sayesinde Akdeniz'e ve Sahra çölüne geri göndermelerle çözüm bulduğunu sanan İtalyan hükümetleri 2009 Ağustos ayında çıkan 'güvenlik' paketi ile siyasi ve insani iltica hakkını da rafa kaldırmış oldu. Denizde karaya ayak basmadan kitlesel veya bireysel geri itmeleri yasallaştıran ve yasa dışı göçmenliği suç haline getiren bu yasa genelde hiç bir zaman yasal yollardan ülkeye girmeyen/giremeyen sığınmacıları görmezden geliyor. Topraklar üzerinde ele geçirilenler ise yasa dışı durumlarından dolayı iltica talepleri ele alınmadan suç işlemiş olarak tanımlandıktan sonra yasal işleme tabii tutuluyorlar.

Kısacası İtalya'nın halen uluslararası bir hak olarak tanıdığı siyasi iltica hakkı bu yasa ile maziye karışıyor. Bu durum uluslararası boyutta insan hakları adına işlenmiş bir suç olarak tarihte yer alırken İtalya hiçbir devletten henüz konu üzerine bir yaptırıma tabi kalmadı.